25 Kasım 2016 Cuma

Jillian Michaels ile 30 Day Shred

Herkese Merhaba,

İnstagram paylaşımlarından gördüğünüz üzere Mayıs-Ağustos ayları süresince sıkı bir diyetteydim.

Kolesterolüm yükselmiş, iş seyahatlerinden dolayı sebze ve sıvı oranım azalmış ve vücudumda yağlanma başlamıştı.
Hal böyle olunca diyetisyen yardımıyla sağlıklı beslenmeye başladım. Diyetisyenim bana, hedefin belirli bir rakama düşmek olmadığı, vücut analizimizi optimum seviyeye çıkarmak olduğunu söylese de ben kafamda bir rakama odaklanmıştım bile.
Mayıs ayında 60 kiloya kadar çıkmıştım. Boyum 1.67.
Tartıdaki rakama göre ideal kilomdaydım ama gel gör ki diğer sonuçlar öyle değildi.
Diyetisyenim hemen tatlıyı kesiyoruz dedi. Vazgeçemediğim şeyler ne diye sordu. 
Ben kremalı tatlıları seven bir insanım. Gelsin sütlü tatlılar, gitsin şerbetli tatlılar demem.
Çok yiyemem, hele de aşırı şekerli şeyleri hiç sevmem.
Çayımı kahvemi sade içerim,ortaokuldan beri şeker kullanmam.
Bal reçel kaymak pekmez vs hiç sevmem, asla yemem.
Peki ne mi yiyordum?
Abur cubur!
Vazgeçemediğim şeyler işte bunlardı. abur cubur! Ne kadar saçma değil mi?
Öğle yemeğinden sonra hoop gelsin bi Kombo.
Akşam yemek masasından kalkar kalkmaz çayın yanına gelsin bisküviler gitsin kuruyemişler.
Irmak uyuyunca aç internetten dizi hoop yanına gelsin cips...

8 Nisan 2016 Cuma

Missha Primer ve Missha BB Krem


Herkese Merhaba!

Blog adımı sonunda değiştirdim oh be! 
Daha akılda kalıcı olsun istedim artık.
Nasıl olmuş sizce? 

Paylaşımlarım bildiğiniz üzere annelik, hamilelik, Irmak, stil derken biraz da makyaj olacak.
İnstagramda belirttiğim üzere (instagram:seda_d_k) makyaj bloggerlığı yapmıyorum. Ya da bana gelen ürünleri deneyip yazmıyorum.
Tamamen kendi tercihlerim, sevdiğim ya da sevemediğim ürünleri yazıyorum.


Yukarıda gördüğünüz Misshalar ise göz bebeklerim! 
Bitmek üzere olan sarı tüp BB kremim. Diğeri ise yeni edindiğim primerim yani bazım. 
İkisi de cildi yenileyici, kızarıklık ve sivilcelenme/lekelenmeleri onarıcı özelliğe sahip salyangoz özlü. 
Primerim Signature serisinden. Nemlendirme, güneş koruyuculuğu, hafif ışıltı verme ve baz özelliğine sahip. Yaklaşık 1 ay önce yine Missha'nın sevdiğim nemlendiricisi bitti ve geceleri yatarken henüz yeni nemlendirici almadığım için krem süremiyorum. Sabah uyanınca cildim kupkuru tabi! Primeri sürünce hemen rahatlatıyor.Yine kuru tabi ama o çatır çatırlık hissi biraz da olsa kayboluyor. 
Makyajsız çıktığım günler de bile mutlaka bu bazı uyguluyorum hem cilt tonumu eşitliyor, yani yüzümde tek bir ton oluyor. Nasıl derseniz; hani genelde yanak bölgesi kızarır, göz çevresi daha koyu olur ya işte onu dengeliyor. 
BB kremimden bahsedecek olursak, o da salyangoz özlü ve baz gibi aynı özelliklere sahip. İkisi birbirini süper tamamlıyor. Bir yıl henüz dolmamış olsa da BB kremin sonlarına gelmek üzreyim. Çünkü neredeyse her gün uyguluyorum!
Bittiği zaman da signature serisinin CC'sine geçeceğim. 
Zira yaşlanıyoruz:) 

Missha nasıl bir marka acaba diye kafasında soru işareti olanlara gelsin bu post. Ben cidden çok çok çok memnunum. Ve içeriği tamamen bitkilerden oluştuğundan çok güvenerek kullanıyorum. Örneğin geçenlerde bir haber çıkmıştı televizyonda; dünyanın en genç gösteren en yaşlı kadını diye. 
Kadın Koreli. 50 küsür yaşında ama baksan 20 yaşında. Köyde yaşıyor ve kadına işin sırrını soruyorlar. "Cildimi inci tozuyla yıkıyorum yatmadan" diyor. 
İşte Misshanın ürünlerinde inci tozu var. ve daha bir çok şey var.
BB krem konusunda Kore dünya markası zaten. Adamlar BB'yi bulan ülke. Missha'dan daha iyi ürünler illa ki vardır Korede ama Türkiyeye gelen bir ürün olarak fiyat aralığını da düşünecek olursak ben çok memnunum. 
Diğer markalar da gelsin deneyelim di mi ama :) 




22 Ocak 2016 Cuma

Delirmek ya da Delirmemek!


Herkese Merhaba,

Aslında 2 yaş sendorumunun sonlarına yaklaşıyoruz diye seviniyordum. Ara ara.. Ama bir sabah ansızın başlayan ağlama kriziyle,bu sendromun aslında bizi hiç terketmeyeceğini anladım. 
Irmak öyle  zor bir çocuk hiç olmadı. Uysaldır genelde. Huyuna gidersem, ilgisini çekersem, konuyu değiştirip binbir dil dökersem uslu:)
Sanırım çocukların ihtiyacı olan da bu.. Psikologlar der ya hep çocuk inatlaştığı zaman konuyu dağıtın, ilgisini başka bi yöne çevirin falan. Tamam eyvallah, bir yapalım iki yapalım, üç yapalım ama her sabah olmuyor arkadaş. Her sabah ben aynı enerjiyle kalkamıyorum. 

Sabah 7,5'ta bizim yatağımızda(kendisi, kendi yatağını tercih etmiyor bu sıra),üstümü giyinirken başlıyorum onu telkin etmeye. 
"Ah benim güzel kuzum uyanmış mı, Allah'ım şu güzelliğe bak, Duman(oyuncak kedimiz) bak Irmak uyanmamış, anneni mi istiyosun Dumancım? Benim güzel kuzuma bi bakim kabarmış mı?"
Eğer bıyık altından gülüyorsa,(tam bir sırıtış asla olamaz) yanağına yaklaşabilirim.Öyle hemen öpemiyoruz malesef, zınk diye öpersen pat diye tokatı yapıştırıyor.
"Annecim, öpebilir miyim, hem bakim mayalanmış mısın?" 
İyi günümüzdeysek, "hı hı" der, ve ben yalakalığa son sürat öpücüklerle devam ederim. Yeter ki hanım efendinin gönlü olsun. 

Ama yok "ı ıhh" derse s.çtık. İşte o an başlar ağlamaya:
-Baba, git yanımdan,
-Babam gelsin,
-5 dakka daha uyumak istiyorum,
-Duman nerde?
-Su içicem
-çişim gelmedi benim!
-çişim geldi kucağına al anne
-tulatete(tuvalet) ben gidicem babam çıksın..
Ya da kucağıma gelir oturur böğüre böğüre ağlar,ne mi diye? 
"Annemi istiyoruuum!"
(kucağımda)!

O uyanmadan ben kıyafetlerini hazır ederim, kucağımdayken iki uydurup bişe anlatırsam hele de biri hastalanmış, öteki kusmuş, okula gitmemiş, yemeğini yememiş, oyuncağını kaybetmiş falan diye boktan ama ilginin tillahını çekecek bişeler anlatırsam 5 dakika içinde giyinir. 
Tabi bu arada kıyafetinde bi şeye takmazsa. İşte sırf O, o detaya takmasın diye, boğazımdaki son nefesi harcayana, yüzüm es vermemekten kızarana kadar  düz beyaz bluzun ne kadar eğlenceli ve çekici olduğunu anlatırım!
Düz beyaz bluz!
Düz beyaz bluz,yeteri derecede enteresan ve eğlenceli değilse bu sefer yine başlar bağırarak:
-ben bunu giymek istemiyorum!
-odamdan ben seçicem
-hayır anne senle seçicem
-babam seçsin getirsin
-hayır baba dokunma annem giydirsin
-etek giycem
-çorap istemiyorum
-üşücem, hasta olcam
-bu çorabı beğenmedim
-elsalı çorap istiyorum
-pembe elsalı diil mavi elsalı!

Şanslıysak, dediğim gibi O, hikayeye dalar ve ben şipşak giydiririm
Yoksa ikinci kez s.çtık.

Mont giyinirken aynı kriz, ayakkabı giyerken ( sırf ayakkabı dolabının önünde kriz yaşamayalım diye ayakkabı almıyorum çocuğa ya ahahahha),şapka takarken, aşağı inerken..
Bu arada resmi olarak konuşuyoruz tabi, bizi üzdüğünü bi daha böyle yaparsa okula gidemeyeceğimizi, oyuncak alamayıp kinder yiyemeyeceğimizi falan(kinderli resmi sohbet eminim sizin evde de yapılıyodur ahahah)..

Bu sefer hemen özürü yapıştırıyo tabi büzük dudaklarıyla..
Hele arabada.. Aman Allah'ım sanki evde köpeklenen o çocuk gitti yerine yüzyılın abdalı geldi..
-ben sizi bida hiç üzmicem annecim
-ben sözünüzü dinlerim annecim
-özür dilerim babacım
-ben size evde hep yardım ediyorum annecim, çok akıllıyım dimi?!
-bugün okulda çorbamı içicem annecim
-eve gelince sen de bana kocaaman çilokata(çikolata) verirsin belki di mi annecim?
Biz de tabi salak ebeveyn, hemen unutup 
"oy kurban olurum, ölürüm ,tamam bitanem çok akıllısın aferin kızıma" lar, birbirimize bakıp "Allah'ım ölücem artık sevgimden"ler falan..
gerizekalıyız resmen...
Sanki az önce evde cinnetin kenarından dönen biz diildik..
Oysaki yukarda şu diyaloglar daha 5 dk. önce yaşanmıştı.."Seda! al şunu çabuk yoksa parçalicam!"
ya da "Hasan, ilgilenme ağlasın, açılır, valla bıktım her sabah aynı vakırtıdan, çıldırıcam yeminle çıldırıcam" 

Ya da mesela her avm'ye gittiğimizde(bkz: Ankara'da yapılacak bişe olmamasından ötürü her hafta sonu mecburen avm'ye giden ebeveyn) Irmağın içine bildiğin cin kaçıyor. Imaginarium'u görüyo, buraya gircem oyuncak alcam diyor, giriyoruz oynuyor, alıyor, çıkıyoruz, Kotnu görüyor çanta alcam diyor, yok diyip teğet geçiyosak bi kere yere yatıp ağlıyor. Hadi oyun alanına gidelim bari diyoruz yarım saat koşuyo, kalkıyoruz, ayakkabıcılara dalıyo, raflardaki ayakkabıları alıp tek tek yere dizip trencilik oynuyo:/ Ordan da güç bela çıkarıp o avaz avaz cırlarken yanımızdan tahmin edin ne geçiyor?
Tabi ki tren!
Trene binelim mi? tabi ki evet!
Toplamda 1 saatte halledeceğimiz alışveriş işini 4,5 saatte halledemeyip, 1 tren, 1 kum boyama, 2 saat oyun alanı, yarım saat yemek, 1 saat mağaza dolaşma, 1 saat salak salak ağız dalaşı yapıp birbirimize girme, ailecek 34 kere küsüp 48 kere barışmakla geçiriyoruz. 
Çok sempatiğiz di mi?

Okula gelince de melek tabi.. öpüp koklayıp el sallayıp koşa koşa gidiyo.. 
Onu bırakıp ofise yürürken yeminle 5 yaş yaşlandığımı hissediyorum. Neyse ki öğlene kadar tekrar enerji dolup, akşamki fırtınaya hazırlanabiliyorum. 

Akşam şanslı günümüzdeysek, ya da yine O'nun için her şeyi ilgi çekici ve eğlenceli hale getirmeyi başarabilmişsek çok güzel sözümüzü dinliyor ve o akşam muhteşem geçiyor. 
Ama diilsek..
Arabada:
-Ankamale gidelim tavuk yicem, 
-babaneme gidelim
-babaneme gitmeyelim evimize gidelim
-Nazlı Nila'ya gidelim
-Nazlı Nila bize gelmesin
-şehriye iççem ben
-mercimek istiyorum!
-annemle uyicam
-baba,sen gel, annemi istemiyorum
-çişim geldi
-anne popom acıyo bakalım mı
-su iççem ben
ve yaklaşık 2587 tane şarkı söyledikten sonra uykuya dalıyor, nihayet!
Allamm şükür!

İyi/kötü günde olma oranı 1/3. Yani 3 günün 2'si iyi, 1'i kötü geçiyor. Aslında o 1 günün de iyi geçmesi tamamen bizim elimizde ama işte yoruluyoruz. Her gün , her dakika O'nun huyuna gitmekten yoruluyoruz. Biz de insanız bizim de ihtiyaçlarınız var deyip, "ehh başlarım çarkına" diyip çemkirmeye başlayınca çocuk da bi an "noluyo yaa" oluyo tabi. 
Yani ben böyle olduğunu düşünüyorum. İnsan üstü bir sabır mekanizmam olmadığı için bi noktada patlıyorum ki, O da daha çok zıvanadan çıkıyor. 
Akşam işten beyinen yorgun dönüyoruz zaten, başım ağrımış olabiliyor, hasta olmuş olabiliyorum, kafam bi şeye takık ya da tamamen gerçekten o gün hiç bir şey yapmak istemiyor olabiliyorum ama işte sorun bunu çocuğa yansıtmamak. 
Akşam yemeğinden sonra direk başlıyor "hadi evcilik oynayalım" lar. Tek başına oynama yaşına gelmediği için her akşam kesintisiz 2 saat evcilik oynuyoruz.
2 saat aralıksız, senaryo yazıp doktorculuk, garsonculuk ambulansçılık oynamak ne demek bilir misiniz? 
Hiç ara vermeden? 
Eh be Seda, ya tüm gün evde olsan napcaksın, 2 saat dediğin nedir derseniz de hafta sonu var tabi ki de derim.O "tüm gün" olayını o zaman  yaşıyoruz işte. Tabi o zaman dışarı çık, park vs. derken zaman daha hızlı geçiyor. Ya da "işten geldim,yorgunum, ayaklarımı uzatıp dinlenmeye ihtiyacım var" moduna girmeden tüm günü rahatlıkla O'na adayabiliyorum. 

İzinli olduğum dönemlerde daha iyi anlaşıyoruz mesela. 

Çünkü ben, "kendime de vakit ayırmalıyım" diye kendimi kasmıyorum. Zaten tüm gün bizim. Birlikte çok güzel vakit geçirebiliyoruz. Öğlen O uyurken de ben de istediklerimi yapabiliyorum, o bi saat de bana misliyle yetiyor. 
Bi taraftan bu derece bunalırken, bazen tabletle oynarken acayip vicdan azabı çekiyorum. 20 dakka oldu mesela, hemen yanına gidip , "hadi gel kızım evcilik oynayalım" diyorum ya da eğer ben iş yaparken oynuyorsa, işim bitince hiç dinlenemeden full O'na adıyorum kendimi. 
saçmalık.
Yemin ederim saçmalık.
Annelik dünyanın en en en garip olgusu. 
Eminim siz de benzer hayatların içindesiniz, aslında aynı şeyleri yaşıyoruz ufak nüanslarla.. 
İşte bunları düşünüp rahatlıyorum, bi tek biz böyle diilmişiz,demek ki bizde diilmiş sorun diyorum. 
Yanılıyor muyum yoksa?

Sevgiler sevgiler...

Seda







5 Ocak 2016 Salı

Ufak bi Mola!

                                           

                                                                         Herkese Merhaba,


Sosyal Medya ne kadar da hayatlarımızı ele geçirdi farkında mısınız? 
Sabah kalkıyoruz, eşimize çocuğumuza doya doya sarılıp "günaydın" demeden, ilk paylaşımı yapıyoruz, "GÜNAYDIN"
5 dakikada hazırlanacak kahvaltı sofrasını bir kareye şıkca sığdırabilmek adına yarım saat harcıyor, bu sürede de kimseyi masaya yaklaştırmıyoruz. Sonra şlak, bi kare daha.. "MİİSSS GİBİ PAZAAR"
Gün içinde çocuğumuzla parka gidiyosak, O'nun sallanırken aldığı hazzı anlayıp mutlu olmaktan öte nasıl durdurup fotosunu çekeriz onu düşünüyoruz. Olmadı kaydırağa bi heves çıkan çocuğu durdurup "dur kızım bekle gülümse" deyip, o anı da baltalıyoruz..Sonra şlak.. işte bir foto daha hazır..
"PARK KEYFİ"
Akşam yemeklerinde aynı paylaşımlar, gece yatmadan sütlü kitaplı aynı paylaşımlar...
"İYİ GECELER"
Merak etmeyin ben de hepsini yaptım..
Lafım şahıslara özel değil tamamen genelleme..

Sanki kimse evde çamaşır suyu dökülüp beyazlamış eşofmanıyla ya da paçaları kısalmış pijamasıyla gezmiyormuş gibi, sanki herkes Aşk-ı Memnu yalısından fırlamış, birer Bihter Ziyagil!
Herkes hep mutlu, hep aşık, her daim kahve içen, bebeği her daim akıllı puzzle oynayan, her cumartesi pazar arkadaşlarıyla gece eğlenmeye çıkan, karı koca hep aşk dolu, sanki hiç kavga etmeden yaşayabilen..
ne kadar sahte...
Mesela hiç kimse çocuğuna tablet ya da telefon vermiyor, kimsenin çocuğu tv izlemiyor, herkes evde 7/24 aktivite yapıyor!
Gündüz işte ellerinde kahveyle koşturduktan sonra akşam muhteşem anne oluyor, ha tabi gece bi kaç bişe içmeye bile gidebiliyor. 
O çocuk gece hiç uyanmıyor zaten, çiş nöbeti,meme nöbeti,ağlama krizi olmuyor, evi bok götürmüyor, her daim 3 çeşit yemek kendince hazır oluyor, ütüler birikmiyor, senin annen benim annem tartışması olmuyor vs..
"tabi ki de oluyor Seda, ama ne gerek var hepsini oraya yansıtmaya, biz asıl orda kafa dağıtıyoruz,niye onları koyalım ki" diceksiniz...
Bence koymalısınız,yani daha doğrusu benim ig'ye bakış açım bu. Doğal olmak,içten olmak samimi olmak.. 
Olmayacaksak, sadece günaydınları, iyi akşamları paylaşacaksak neden tanımadığım onlarca insanla takipleşeyim ki? 
Zaten dışarda bir sürü arkadaşım var..
Foto altı yorumlarda neden yıllarca hiç yüz yüze tanışmadığım bi insana sürekli methiyeler dizeyim...
Anlamıyorum gerçekten..

Bir ben miyim yorulan? 

Ben instagramı çok aktif olarak kullandım..çok arkadaş edindim, çok da mutlu hissettim ama artık hiçbir zevk alamıyorum...
Çünkü çok kullandım.. aşırıya kaçtım,şiştim,tükettim..

Hatta paylaşımlara baktıkça mutsuz olmaya başladım.
Evet, o da benim salaklığım ama biliyorum ki benim gibi yüzlerce insan var!

"Neden ben de o mekana gitmiyorum", "aa indirim başlamış ben de gitmeliyim", "millete bak ne güzel kahvesini içiyor", "ayyy bir sürü kız buluşmuş ne güzel ortam", ya da her yaz yaşadığım "hayat İzmirde yaşayanlara güzel" dramam.. 

Eşimle şu sebepten kavga ettiğimi bilirim ya:

S: biz haftasonları neden değişik bişeler yapmıyoruz Hasan?
H: Ankara'da değişik hiçbir şey yok da canım ondan..
S: Neden ya? bak bilmem kim arabasına atlamış bilmem nereye gitmiş, erken rezervasyonla bilet almış Barcelonaya gitmiş biz neden yapamıyoruz bik bik bik....

"Evimde değişiklik yapmalıyım", "yok yok yapamayız, bütçemizi aşar", "uygun yollusundan yapsak o da çok uyduruk durur", "ay Mara indirime girmiş","oysaki yeni kaban almıştım, ama şu yeşiller de harika"..."almayım en iyisi", "çok açıldın seda"..
eee sonra tabi yine farkında olmasam da içten içe hüsran..

Hatta dün bi arkadaşım paylaşmış, farkında olmadan bazı insanları üzüyoruz galiba demiş.. 
Aynen öyle.. 
Bunu ben de yapmış olabilirim. 
Benim paylaşımlarımı görüp, üzülen insan da olmuştur belki de ...
Dediğim gibi tamamen farkında olmadan/olarak ego tatmini yaşamak..
yazık.
Hepimiz bu yollardan geçiyoruz ve ben geri dönüp baktığımda ne kadar salakmışım diyebiliyorum, üzüldüğüm için ve milyon tane paylaşım yaptığım için.
Salakmışım ama kızımla ilgili bazı şeyleri iyiki de paylaşmışım diyorum... ama dediğim gibi çok paylaşmışım,çok! 

Durmayı bilemiyoruz. her anı, her dakikayı hunharca harcayıp yok ediyoruz.
Ben bile bakarken, okurken sıkılırken, insanlara ne benim paylaşımımdan!
Evet o an mutlu oluyoruz evet ama yıllar sonra bakınca çok saçma gelecek eminim.

Muhteşem ötesi fotoğraf makineleriyle ya da en son model telefonlarla çekilen o harika karelerin arkasını düşünüyorum bazen de... 
O kareleri çekerken harcanan zamana ve kaçırılan "asıl" zamana yanıyorum..
İnstagramdan çok bilgi edindim, çok etkinlik gördüm..hatta ilk ig açma sebebim benimle eş zamanlı hamile olan annelerle bebeğimin gelişimini görüp, neler yapabilirim ona bakmaktı.. 
Yaptım da... 
Bir çok "faydalı" blogger anne gördüm ki kitleleri arkasında usulca sürüklemiş, parasını kazanmış ama gerçekten de amacına ulaşmış, yol gösterici olmuş..
ama şimdi..
Ürün reklamı yapabilmek adına bebeğini mankene çeviren anneler, çocuk bas bas bağırıp ağlarken bile online olup, yer bildirimi yapan kişiler vs..
Tabi ki de bloggerlık artık bir meslek oldu sayılır, ve çok tabi ki de insanlar bundan para da kazanacaktır ama 3-4 sene önceki samimi aile ortamından eser kalmadı...

Herkes birbiriyle kanka, herkes herkesin şekeri ya da minnoşu..

Mesela bir annenin paylaşımına olumsuz bir yorum mu yaptın, onun mutlaka bir ekibi vardır ki hepsi aynı anda  sizi ya  blocklar ya da yorum altı üstünüze yürür..
İş, ağza alınmayacak laflara kadar gider...
Çok çok ünlü,belki de hepinizin takip ettiği söz konusu annelerden birinin bi paylaşımında şunu bile gördüm..
Başka bir anne olumsuz bir yorum yapmış, ve evet bence de uygunsuz bir yorum ama, fotoyu paylaşan anne  bile cevap vermemesine rağmen, yandaşlarından biri direk o kişiyi mentionlayarak "küçük beyinli gerizekalı" yazmış.
Yuh be kardeşim sen hani en mükemmel anneydin, insanlara öğütler verip bebeğinize doğal besinler verin, uyku saatlerini ayarlayın bilmem ne demiyor muydun? 
Ne şimdi bu mahalle teyzesi gülşen abla ağızları? 
İşi nolur uzmanlarına, ofislerine, muayenehanelerine bırakın..
Sosyal medya üzerinde bence yapılabilecek tek iyi şey reklam. 

Bakın "iyi" diyorum. Çünkü milyonlarca şirket/şahıs sosyal medyayı kendilerine en iyi fayda sağlayacak şekilde kullanıyorlar. En mantıklısı da bu zaten. 
Çünkü insanlara en hızlı ulaşabildiğiniz mecra burası. Ama insanlarla diyaloga girecekseniz ve insanlara hayatınızı açık hesap üzerinden paylaşacaksanız, o insanlara da doğal olarak konuşma hakkı verdiğinizi unutmamalısınız. 
Sen bi gece önce eşinle eller havayada dağıtmış fotonu paylaşıp ertesi sabah sana gelen olumsuz yoruma "gerizekalı" diyemezsin bence. 
Dedirtmem arkadaş diyosan da takipçi kaygısına düşmeden, gizle profilini , yapma reklamını,ohh mis.
Ya da yok ben blogger'ım para da kazanıcam, reklam da yapıcam diyosan da "ayy ben hep doğalım" ayağına yatmaktan vazgeç ve o gerçekten doğal olan fotolarını paylaşma.

Çok konuştum, çok yazdım yine..
biraz arınmam lazım...

Takip ettiğim ve edenlerden bazılarını sildim.. sayı 100 civarına indiği zaman sanırım gerçekten istediğim kişileri görüp istediklerim beni görebilecek.. ve sanırım ancak o zaman aranıza dönebilirim. 
ne kadar az o kadar iyi.. 
E be, Seda, sen de kimsin ki aranıza dönerim falan demişsin diye de düşünebilirsiniz.
Sonuçta ben blogda herkese açık yazıyorum ve saygı duyuyorum.

Fırsat buldukça profilimi arındırmaya çalışıyorum
Bu arada da yine çok sevdiğim kişilere bakıp likeını yapıştırıp çıkıyorum... 
Kendime daha çok vakit ayırabiliyorum, kitap okuyup, film izleyebiliyorum, ailemle sohbet edip, sohbeti sosyal medyadan dışarı taşırabiliyorum
en önemlisi de şarjım gün boyu yetiyor, var mı ötesi:)

Tek dezavantajı, bildiğin foto/video çekmiyorum!
Irmağa ait en son 2 hafta önce video çekmişim,foto da toplasan 5 tane ancaktır..

Siz beni biraz kendi halime bırakın ben geri dönerim:)
Sevilen insanlar zaten kendilerini biliyor...

esen kalın...

Seda